4 Kasım 2010 Perşembe

Colosseum

Görmemişin postu olmuş, tutup bloger arkadaşına atfetmiş. http://korsankayit.blogspot.com/



Amfitiyatro: Tam çember ya da yumurta biçiminde bir sahne düzlüğünün çevresinde oturma yerlerinin basamaklar halinde yükseldiği bir açık hava tiyatro yapısı; antik Yunan ve Roma tiyatro yapısı biçimi.





 İlk başta, dramatik gösterileri değil, gladyatör dövüşlerini, vahşi hayvan gösterilerini izlemek için yapılmış olan Amfitiyatrolar'ın ilki, Julius Ceasar'ın İ.Ö. 46 yılında yaptırdığı, en ünlüsü de Roma' daki Colosseum' dur.



Amfi tiyatro yapıları, bir izleyici yeri (theatron), koronun şarkı söylediği çember biçimli bir orta olan (orkhestra) ile oyuncu yerini (skene) kapsıyordu.

Yukarıdaki bilgi tiyatrotarihi.com’ dan.





İtalyanca colosse çok büyük demektir.

Asıl adı flavium amfi tiyatrosudur. Colosseum adı eskiden bu eserin yakınında bulunan nero'nun çok büyük bir heykelinden dolayı verilmiştir.


Bu yapının 107.000 seyirci alabileceği hesaplanmıştır. Oturma kademeleri tonozlu galeriler üzerinde yer alır. Dıştan 4 katlı görünümü olan yapının ilk katında İON, ikinci katında DOR, üçüncü katında KORİNT ve son katında ise KOMPOZİT düzen sütunlar taşıyıcı olarak kullanılmıştır.







Tarihin en vahşi dövüşlerinin sırrı çözüldü- HÜRRİYET

Bir Alman bilim adamı kanlı dövüşlerin sahnesi olan Roma’daki Colosseum amfi tiyatrosunda, vahşi hayvanları, sahne dekorunu ve gladyatörleri bir anda sahneye taşıyan asansör sistemini çözdü. Silahlanarak arenaya inmeye cesaret edenler arasında, beş imparator da bulunuyordu.
Roma halkına en acımasız katliamların sunulduğu Colosseum, kimi tarihçiler tarafından "Antik dönemin cehennemi" olarak nitelendirilir ve amfi tiyatroya kan, sadizm ve kitle psikozuyla harmanlanmış bir zehrin püskürtüldüğünden söz edilir.

Alman arkeolog Heinz-Jürgen Beste, şimdi bu tüyler ürpertici gösterilerin ne şekilde sahneye taşındığını çözdü. On dört sıralı duvarlar arasındaki oyuklar, delik ve raylar araştırmacıya yol gösterdi. Oluklarda bir zamanlar sahne asansörünün ahşap mekaniği yer alıyordu.

Beste’ye göre arenanın dış cephesinde ayı, vahşi kedi ve kurtların taşındığı 28 küçük asansör vardı.

Genelde öğle matinesinde sunulan gösterilerde ise ikinci bir sistem devreye giriyordu: Dekorların ve insanların sahneye taşındığı 20 hareketli platform
Bu mekanizma sayesinde Romalılar yapay ormanları veya karton sarayları büyük bir hızla sahneye taşıyabiliyorlardı.

55 000 kişilik amfi tiyatroda gösteri aralarında tuzlu yiyecekler ve "Posca" olarak bilinen bir tür şıra satılıyordu. Senatörler için tuvalet ve koltuk biçiminde mermer oturma yerleri vardı. Sıcak havalarda 188m’lik bölümdeki ahşap direklere tente geriliyordu.

Ve tüm bunlar vahşi hayvan katliamını izlemek içindi. Roma imparatorluğu Vesfalya’dan Anadolu ve Fırat’a kadar uzanan bir alanda 186 amfi tiyatroya sahipti. Alman tarihçi Marcus Junkelmann’ın hesabına göre, Colosseum’da devam eden 300 yıllık gösteriler süresince yılda 1000 kişi yaşamını yitirmişti.

Her ne kadar Etrüskler’in kendi ölülerinin mezarlarında dövüştükleri ve eski Yunanistan’da yumruk ve dövüş halkalarıyla pankreas karşılaşmalarının yapıldığı bilinse de, kültür tarihi açısından bakıldığında Roma’daki kanlı dövüşmeler eşsizdir.

Dünyaya hakim olma çabasında olan Romalılar, ordularının sınırlarda elde ettikleri zaferlerin keyfini içeride çıkarmak istiyorlardı. İlk gladyatör karşılaşmaları İ.Ö.264 yılında, yani Kartaca Krallığının yıkıldığı tarihte başkentte başlamış.

Roma, Afrika ülkelerine saldırmaya başladıktan sonra egzotik hayvanları keşfetti ve kısa bir süre içinde deve, zebra ve leopar gibi hayvanlar ve İ.Ö.50 yılında da bir zürafa getirildi ülkeye.

Halk, İmparator Augustus zamanında ilk kez timsah ve su aygırıyla tanışmıştı.
Vahşet okulu
Önceleri sadece izlencelik olan bu ilginç hayvanlar daha sonra en acımasız dövüşlerde kullanıldı. Yaralarına tuz sürülerek, aç bırakılarak ya da samandan yapılmış bebeklerle iyice azdırılan filler, boğa, ayı ve gergedanlarla birbirlerine zincirleniyordu. Tüm bu vahşetin öğretildiği yer ise Roma’daki Ludus Matutinus okuluydu.
...




















Vahşet gösterileri çok büyük ilgi görünce kısa bir süre sonra siyasi bir anlam kazanmıştı. Halkı doyurmanın ötesinde, onlara kanlı gösteriler sunanların senatörlüğe yükselme şansı daha fazlaydı. Örneğin Jül Sezar 1000 gladyatörlük bir kışlaya sahipti. Gladyatörler genelde bu amaç için yetiştirilmiş kölelerden oluşuyordu, ama iyi para verildiği için gönüllü kişilerin de başvurduğu oluyordu.

Gladyatörler sıkı kurallara göre silahlanıyordu. Murmillo gladyatörü kalkan ve kılıçla, Retiarus ise ağ ve üç çatallı asa ile dövüşürdü. Gladyatörlerin mezar yazıtlarına dayanan istatistiklere göre, dövüşlerdeki ölüm riski her karşılaşma için %9,5 iken, bu oran daha sonraları iyice artmıştı.



Sıra gladyatörlerde
Kendilerini cesurca savunanlara seyirciler "Missum!" yani özgürsün diye seslenirlerdi. Yaralı gladyatörler en iyi doktorlar tarafından tedavi ediliyordu, çünkü gladyatör okulu ölen her gladyatör için yüksek tazminat alıyordu.

Seyirciler başparmaklarını aşağı doğru çevirerek gladyatörün kendisini kahramanca savunmadığını gösterdiklerinde, gırtlağı kesiliyor ve sürünemeyecek duruma geldiğinde kalp hizasında sırtından yediği bir tekmeyle can veriyordu. Seyircinin sadistçe bağırışını ("lugula") Ridley Scotts, "Gladyatör" filminde çok iyi yakalamıştı, ama film diğer yandan yüzlerce hatalarla dolu.

Sapıklığın tanrılaşması

Nedense "Sapıklığın tanrılaştırılmasına" (tarihçi Karl Christ) kimse karşı çıkmamıştı. Gerçi Roma’da insan kurban etmek yasaktı, ama vahşi hayvanların tarıma zarar verdikleri ve suçluların toplum düşmanı oldukları gibi bahanelerle, insanlar kendi zevklerini tatmin etmekten çekinmiyorlardı.

Hatta entelektüeller bile bu vahşete son vermeye yanaşmadılar. Seneca, kanlı gösteriyi "Acı ve ölümün öğretisi" olarak nitelendirirken, genç Plinius "güzel yaralardan" söz ederek "kişiyi güçlü kılan" oyunları övmekle yetinmişti.

Ve imparator Trajan döneminde iş iyice çığırandan çıkacaktı. İmparator, İ.S.107 yılında Balkanlardaki Daçya halkını yendikten sonra, 10 000 gladyatör ve 11 000 vahşi hayvanı aynı anda dövüştürünce bu vahşet gösterisi tam 123 gün sürdü.

Bir şeye tutulduktan sonra durmadan yenilikler bulma isteği insanın doğasında vardır. Domitian döneminde (İ.S.81-96) silahlı kadınlar, cücelerle dövüşmeye başladılar. Gladyatörlere ucu kancalı silahlar üretildi ve gözleri bağlı göstericiler kendilerini sese göre savunmaya çalıştılar.
Ölene kadar dövüş
3.yy’da İmparator Commodus kendi eliyle su aygırlarını öldürdü ve "munera sine missione" moda oldu. Erkekler ölene dek dövüşmek zorundaydılar, gösteriyi yarım bırakmak yasaktı.

Romalıların bu dehşet verici tutkuları yüzünden bir yüzyıl sonra kuzey Afrika’da neredeyse hiç hayvan kalmamıştı. Bir aslanın fiyatı 600 000 Sestersius’a fırladı. Durum böyle olunca da arenaya develer, hatta eşekler sürüldü. Ama imparator Elegabalus’un Hindistan’dan 150 kaplan getirmesiyle gösteriler yeniden eski görkemine kavuştu.

İ.S.217 yılında amfi tiyatronun en üst pervazı üzerine bir yıldırım düştü ve bu bölüm tamamen yandı. Hıristiyan tarikatlarının dumanlar arasında yükselen isyankar seslerinin ardındın teolog Tertullian da stadyumu "Tüm şeytanların tapınağı" olarak ilan etmişti.

Fakat 200 yıl sonra Hıristiyanlığın resmi din olarak kabul edilmesiyle bile amfi tiyatroda dövüşmeler sürdü ve tiyatrodaki son hayvan dövüşüyse 523 yılında kral Theoderich tarafından düzenlendi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder